Sitemizde aramak istediğiniz konuyu

Vefa ve Eski İstanbul

Mücevherli Minare Aldatmacası

Efsaneleriyle gizemleriyle dolu İstanbul insan ömrüne yetmeyecek olaylarla doludur. Doğumdan ölüme geçen normal bir insan hayatında İstanbul gibi gizemli şehirde doğup büyüyen hangi bir kimse, "ben İstanbul'un hakkında her türlü bilgiye sahibim" deme cesaretini gösterse de bu konuda iddiacı olamaz.Olursa da hakikat değildir. Asırların başkenti İstanbul gizemlerini zaman zaman saklı tutar. Kimi zaman ortaya çıkartır kimi zaman  farklı şekillerde meraklısına kendisini anlatır.

İstanbul'un hangi taşını kaldırsanız yeni bir gizeme kavuşacağınızı belirtirsek abartmış olmayız. Bilindiği gibi asırlar geçse de sadece Süleymaniye Camiinin bitmez tükenmez gizemlerinin ortaya her çıkışında meraklılar şok olmaktadır.
Süleymaniye Camisi'nde gizli bölmede bulunan notta ne yazıyor? Süleymaniye'nin dört kubbesi neyi temsil ediyor? Caminin inşaasına neden ara verilir? İran Şahı'nın gönderdiği mücevherler nerede? Kandilde yanan isler ne işe yarıyor? ve daha bir çok soru öyle ya da böyle cevap bulurken üstü açılmadık nice rivayetler, sırlar, olaylar gün yüzüne çıkmış değil.

Yazımızda efsanelerinde sınır tanınmayan Süleymaniye Caminin aynı konuda farklı iki rivayetinden söz etmek istiyoruz. İran Şahı'nın gönderdiği bir sandık mücevhere ve avludaki kırmızı taşın sırrı ile avluya girişteki mermerin altında ne var ? sorularına cevap arayacağız.

 Muhteşem Süleyman'ın yaptırdığı da mutlaka muhteşem olmalıdır. İşte bu düşünce Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından da benimsenmiştir ve adına yakışır bir Cami için Mimarbaşı Sinan'a yapılması emrini verir. Ve Sinan kısa bir keşiften sonra ilk bakışta göze çarpan bir alan olan bu günkü Süleymaniye olarak bildiğimiz tepeye cami yapımı için hazırlıklara başlar.
Hızlı bir çalışma Haliç'e bakan bu çıplak tepede başlar. Kazmacılar temel kazmaya başlamış, taşlar kesilmeye geçilmişti.  Ancak temele yetmeyen taşların döşemesi bitmeden kış bastırmış, inşaat tatil edilmişti. 
Her güzel olayın şeytanı olur ya.. İnşaatın ara verilmesini anlamayanlar, Sinan'ı çekemeyenler cahil halkı da arkasına alıp türlü türlü entrika yazdı. Söz büyüdü büyüdü ve parasızlıktan caminin yapılmadığı haberi ta İran Şahı Tahmasb Han'a kadar ulaştı. 
Şii olan Safevi Devletinin hükümdarı olan Tahmasb Han çok değerli mallarla değerli taşlardan oluşan bir sandık mücevher hazırlattı. Bunları bir elçinin eşliğinde İstanbul'a gönderdi. Padişaha da  'Duyduk ki camiyi tamamlamaya gücünüz yetmeyip vazgeçmişsiniz. Size dostluğumuza dayanarak bunca mal, para ve mücevher gönderdik. Bunlarla caminin tamamlanmasına çalışın. Böylece, bizim de hayratınızda katkımız olsun" şeklinde mektup yazdı.
Osmanlı Sultanını küçük düşürmek isteyen şahın alaylı üslubu ve siyasi taktiğini kavrayan Kanuni Sultan Süleyman, öfkelenerek eşyalarıve parayı elçinin huzurunda İstanbul Yahudilerine dağıtır.Yetmedi. Kanuni bu. Yine içine sindirememişti. Olayı hazmedemedi. Gönderilen mücevherleri de elçinin ayakları dibine döktürdü. Elçiye dönerek: 'Senin şahının ne böyle bir cami yaptıracak gücü, ne de böyle bir camiyi yapacak mimarı vardır. Ben her ikisine de sahibim. Şahına söyle, onun değerli taşları, benim camimin taşları yanında bir hiçtir.'Ve gelen mücevherlerin hepsinin harca katıştırılmasını emrini verdi. Ve bir kaç gün içinde tüm mücevherler taşlarla ezilerek yapılan harcın içine katılarak yapının harçları arasında katıldı. Buna şahın elçisi de şahit olmuştu.
Her ne kadar bir çok eserde mücevherlerden oluşan harcın minarelerden birinin yapımında kullanıldığı buna sebep olarak o minarenin parladığı iddia edilse de bu düşüncenin geçerli bir anlatı olduğuna inanamıyoruz. 
Zira Kanuni gelen hazineyi ayaklar altına atıp, harca karıştırılarak kullanılmasını emrettiğinde mesajı alan büyük Mimar bunları camiye gelen herkesin ayakları altına alınmasının ve üzerinden geçerek çiğnemesinin doğru olacağını kavradığından avluya açılan kapı eşiklerine koydurmayı daha uygun bulur.

Bugün bir çok kaynakta, iddia edildiği gibi minarelerde İran şahının mücevherlerinin kullanıldığı iddia edilip, "cevahir minare", "parıldayan minare", "mücevherli minare" diye isimlendirmenin yanlış olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. 
Eğer Kanuni, bunlara değer verse idi, caminin minarelerinde ya da yapısı içerisinde kullanılması daha uygun olacaktı ki, Kanuni asla böyle bir olaya izin veremezdi. Dahi düşüncelere sahip olan ve Sultanının ne istediğini anlayan Mimar Sinan'da gereğini yapmıştı. Bugün hangi minareye bakarsanız bakın çokça parlayan bir minare göremezsiniz. 
Bu konuda yazanlar, soranlara parlak minare gösteremedikleri için şunları ifade etmekle yetinmektedirler. "Güneş, yağmur, kar bu süs taşlarının parıltısını köreltti. Mücevherli Minare parıldamaz oldu." 
Buna benzer bir hediyeyi de Avrupa'nın gönderdiği taşla ilgili duyuyoruz. 
Kanuni'nin “Ayasofya'dan daha muhteşem bir cami" isteği haçlıların canını sıkmıştır. Müslümanların muhteşem bir yapıa kavuşmasını hazmedemeyen kalleş Avrupa'nın oyunbaz papazları "Kırmızı Granit bir taşı" Kutsal Roma İmparatoru, Almanya ve  İtalya Kralı V. Karl'in elçisi aracılığıyla Kanuni'ye gönderir. İmparator beraberinde de bir mektup göndermiştir. V. Karl "inşa ettiğiniz bu muhteşem mabette bizimde bir taşımız olsun istiyoruz, Gönderdiğimiz taşı kıble istikametinde bir bölüme koyarsanız" tarzı cümlelerle gönderdikleri taşın değerlendirilmesini istemişler.
Kanuni sözde bu talebi kabul eder ve Sinan'a taşı arzu edilen yere konulmasını emreder.
Koca Sinan haçlılara inanılmayacağını bilen keskin bir zeka sahibidir. Şüphelenir, Taşı kontrol eder bir şey göremez, o gece istihareye yatarak Allah'tan cc. yardım diler, bir gece rüyasında İmparatorun hediye ettiği taşı görür, Taşın içinden kan ve irin akıyormuş.
Rüyayı gördükten sonra taşın özelliklerini bozmadan kırdırdığında içinden Haç motifleri çıktığını görür ve Sultan Süleyman'a bildirir.
Sultan taşın iç avlu girişinde bulunan kapının zeminine ve insanların gelip geçtiği yere konulmasını emreder. Böylece kurnazların gönderdiği içinde Haç olan taşın çiğnenmesini sağlamış olur.
Bu iki olayın akıbetleri aynıdır.
Kanuni cami için gelen hediyeleri ancak "layık oldukları" yerlere koydurmuştur. Bu da Müslümanların ayaklar altıdır. 


Derleme : Erol Kara / @tarihivefa 
vefa semti, istanbul, turizm, seyahat, geziyorum

Top Post Ad

Below Post Ad