Sitemizde aramak istediğiniz konuyu

Vefa ve Eski İstanbul

Vefa Semti Bilimsel Araştırma Sonuçları


Vefayı incelemek, İstanbul tarihinin büyük bir bölümünü incelemek ile hemen hemen eşdeğerdir. Bir çok tarihçi, araştırmacı, mühendis ve mimarların, erkeologların daima dikkatini çekmiş bulunan semt için bir araştırma yazısı da, Yüksek Mimar Mine ESMER tarafından hazırlanmış olan "İstanbul'daki orta Bizans dönemi kiliseleri ve çevrelerinin korunması için önerliler konulu doktora tezinde Vefa Semti hakkında bir çok detaya ulaşmak mümkün olmuştur.
Sayın Esmer'in büyük bir emekle hazırladığı tezden semtimiz için önemli satır aralarına Vefa Semtine ilgi duyanlar için sitemizde yer vermeye çalıştık. Tezin tamamına aşağıdaki linkten ulaşmak mümkündür
****
Tarihi Yarımada’nın üçüncü tepesi üzerindeki Süleymaniye Bölgesi, Sarıdemir, Hocakadın, Yavuzsinan, Demirtaş, Hocagıyaseddin, Mollahüsrev ve Süleymaniye mahallelerini kapsar. Bölgenin sınırlarını, kuzeyde Haliç, güneyde Beyazıt, doğuda Mercan, batıda Atatürk Bulvarı oluşturmaktadır
Vefa Semti sınırları, güneyde Bozdoğan Kemeri, kuzeyde Küçükpazar semti, doğuda Süleymaniye ve Hoca Gıyaseddin Mahalleleri, batıda Atatürk Bulvarı ile belirlenmektedir. Vefa Semti’nin merkezi, Şehir Tiyatroları Reşat Nuri Sahnesi’nin üzerinde bulunduğu, Bozdoğan Kemeri’ne paralel giden Cemal Yener Tosyalı Caddesi ile Katip Çelebi Caddesi ve Süleymaniye’den gelen Vefa Caddesi’nin kesiştiği küçük alandır 

Vefa Semti’nin bulunduğu alan, Bizans İmparatorluğu dönemi’nde kentin en önemli meydanlarından Tauri Forumu’nun ve Nimfeum Maksimus’un kuzeyinde, imparator saraylarının bulunduğu kentin en yüksek tepesinin (III. Tepe) kuzeybatı yamacındaydı (Kuban, 2000, s.83)
Bugünkü Vefa Bölgesi’nde, erken Bizans Dönemi’nde, Konstantianai adında bir saray ve kilise bulunuyordu (Berger, 1988, s.471). Bir Ortaçağ efsanesine göre, I. Constantinus döneminde, şehre Ayios Stefanos’un vücudunu getiren konvoy Unkapanı’na varınca, cenazeyi taşıyan katırlar ayak direyerek ileri gitmemiş; azizin vücudu orada indirilerek, gömüldüğü yerin üzerine bir kilise inşa edilmişti (Janin, 1953, s.219). Bu kilise, daha sonraki yıllarda bir manastıra dönüştürülmüştü (Berger, 1988, s.473). Manastırın 14. yy.’da varlığını sürdürdüğüne dair son kaynak 1389’da şehri ziyaret eden bir Rus hacıya aittir (Berger, 1988, s.473). Bugün Unkapanı’nda, Atatürk Bulvarı, Katip Çelebi Caddesi’nde bulunan Kimiseos tis Theotokou ( Meryem’in Ölümü) Ayazması ve yanında bulunan Meryem Ana Kilisesi’nin bu erken dönem kilise ile bir bağlantısı olabileceği düşünülmektedir . İstanbul’daki ayazmalar ile ilgili bir kitap yazan Nikos Atzemoglou’na göre, bugünkü kilise ve ayazmanın bulunduğu yerde, İmparator Anastasios döneminde (491-518) de bir kilise vardı (Atzemoglou, 1990, s. 21). 1080’de burada bir sarnıç, tünel ve ayazma bulunmuştu (Atzemoglou, 1990, s.22). Etrafında bostanlar olduğu için buraya Ayazmalı Bostan deniyordu

(Atzemoglou, 1990, s. 22). Fetihten sonra, kilise yıkılmış, fakat bostan Rumlar tarafından ekilip biçilmeye devam etmiştir (Atzemoglou, 1990, s.22). 1750’de ayazma tekrar inşa edilmiş, 1921’de sarnıcın üzerine Meryem Ana Kilisesi yapılmıştır (Atzemoglou, 1990, s.23). 1914 tarihli Alman Mavileri’nde J8 numaralı paftada ayazma ve kilisenin kuzeybatısındaki sokak Ayazmalı Bostan Sokak olarak gösterilmiştir. 6-7 Eylül 1955’te zarar gören ve yağmalanan kilise ve ayazma 1956’da onarılmıştır (Atzemoglou, 1990, s.23). Günümüzde “Ayın Biri Kilisesi” adı ile medya da çıkan haberlerle çok popüler hale gelmiştir.

Vefa, Bizans Dönemi’nde, Mese’nin Adrianapolis/Harisius Kapısı’na (Edirnekapı) giden koluna, ve Makron Embolos’a (Uzunçarşı Caddesi–bugünkü İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’ndan Haliç’e doğru inen cadde) yakın konumuyla, varlıklıların, soyluların oturdukları bir semtti (Kuban, 2000, s.83; Eyice, 2006, s.76) (Ş.C.26). Bizans’ın son evresinde, kentteki nüfusun azalmasıyla birlikte, bugünkü Vefa’nın da bir bölümünü içine alan geniş bir arazide, 1300 başlarında iki, 14. yy.’ın ikinci çeyreğinde de üçüncü bir manastır kurulmuştur (Mango, 1958, s.428-429). Bunlardan biri, büyük olasılıkla 14. yy.’ın ikinci çeyreğinde kurulan “Bebaias Elpidos ” (Sure Hope)’dur (Mango, 1958, s.429). Bu manastırın 1400’te tamir edilen bir çan kulesi mevcuttur (Delehaye, 1921, s.95-96). Bir diğeri, 1300 civarında kurulduğu düşünülen “Glabania”’dır. Üçüncüsü olan “Gorgoepekoos ” da, 1300 civarında, mevcut bir kiliseye ekler getirilerek oluşturulmuştur (Mango,1958, s.429). Mango’ya göre bu sonuncusunun durumu, Kilise Camii’ne çok uymaktadır (Mango, 1958, s.429). Kilise Camii civarında bulunan sarnıçların bu manastırlardan kalma olduğu düşünülmektedir. Özellikle, Kilise Camii’nin batısında (kısmen Bilim Sanat Vakfı binasının altında) ve güneyinde yer alan sarnıçlar, yakınlıkları dolayısıyla Kilise Camii ile ilişkili olmalıdırlar (

Kentin Osmanlılara geçmesinden sonra II. Mehmed de Bizans’ın saraylar bölgesine yerleşmiş; ilk imparatorluk sarayı Eski Saray, kentin merkezinde, Tauri Forumu’nun kuzeyinde inşa edilmiştir (Kuban, 2000, s.205) (Şekil B.29). Fethin ardından şehirde yirmi gün kalan Fatih, Bayezıt’daki şimdiki Üniversite, Süleymaniye Camii ve Biyoloji Enstitüleri sahalarını kaplayan arazide bir saray inşasını emretmiştir (Ayverdi, 1953, s.7). Oğlu II. Bayezıd (1481-1512) külliyesini 3. tepede, Tauri Forumu’nda yaptırmıştır (Kuban, 2000, s.224) (Şekil B.29). II. Mehmed Dönemi’nden başlayarak saraçlar, demirciler, bakırcılar vb. gibi esnaf grupları 3. tepe çevresinde yoğunlaşmaya başlamışlardır (Eyice, 2006, s.76).


Bu gelişmeler Vefa Semtinin de oluşumunu belirlemiş; II. Mehmed ve II. Bayezıd dönemi bilginlerinden Molla Hüsrev, Molla Gürani ve Şeyh Vefa Efendi kendi adlarına Vefa’da mahalleler kurmuş ve abideler yaptırmışlardır (Erdoğan, 1941, s.5). Zamanla, burada adına bir külliye yaptırılmış olan Şeyh Vefa’nın lakabı, semtin adı olarak yerleşmiştir (Erdoğan, 1941, s.5). Vefa Külliyesi, medrese, hamam, halvethane, türbe ve mezarlıktan oluşmaktadır (Erdoğan, 1941, s.24-25). Bugün, medresesi mevcut değildir, camii ise bilimsel olmayan yöntemlerle yeniden inşa edilmiştir 


I. Süleyman (1520-1566) Süleymaniye Külliyesi’ni Bayezıd Külliyesi’nin kuzeyinde inşa ettirmiştir (Kuban, 2000, s.238) Aslında Kanuni’nin, Şehzade Külliyesi’ni kendisi için yaptırdığına, ancak şehzadesinin zamansız ölümüne üzülerek, bu külliyeyi ona adadığına inanılmaktadır (Kuban, 2000, s.238). 

Kanuni Sultan Süleyman Devri vezirlerinden Pertev Mehmed Paşa’nın (Evliya Çelebi, 2008, s.281), III. Ahmed’in damadı Nevşehirli İbrahim Paşa’nın (Evliya Çelebi, 2008, s.286), Kaymak Mustafa Paşa’nın (Evliya Çelebi, 2008, s.278), Revani Çelebi’nin, Payzen Yusuf Paşa’nın, Tersane Emini İbrahim Çelebi’nin (Evliya Çelebi, 2008, s.281), Recai Efendi’nin konakları Vefa Semti’nde bulunuyordu (Erdoğan, 1941, s.5). Süleymaniye ve Zeyrek sırtlarına sıralanan ekabir konaklarının hepsi ağaçlar ve çiçeklerle düzenlenmiş olan Vefa Meydanı’na bakmakta; halk gezinti yapmak için bu meydana akın etmekteydi (Erdoğan, 1941, s.5).



Vefa Türbesi civarındaki Atıf Efendi Kütüphanesi de, Vefa’nın bugüne ulaşan önemli anıtlarındandır (Erdoğan, 1941, s.35). I. Mahmud Dönemi'nde (1730-1754) üç kez başdefterdarlık yapmış, divan sahibi şair Âtıf Mustafa Efendi tarafından kurulmuştur (Koçu, 1958c, s.1276). Celi sülüs hatla yazılmış kitabesinde 1154 (1741) tarihi okunmaktadır (Koçu, 1958c, s.1278). Vefa' da, Vefa caddesi ile Tirendaz Sokağı ve Sarı Bayezid Caddesi'nin oluşturduğu dörtyol ağzında bulunan yapı, büyük vakıf kütüphanelerinden biridir. Bugün Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Süleymaniye Kütüphanesi Müdürlüğü'ne bağlıdır.

Vefa Caddesi üzerindeki kütüphanenin meşruta evleri, üç katlı, taş konsollara oturarak, sokağın kavsine uyum sağlayan dikkat çekici bir cephe oluşturmaktadır  Cephe üzerinde, sivri kemerli, kemer aynaları taş+tuğla almaşık dolgulu, dikdörtgen açıklıklı, lokma demir parmaklıklı pencereler bulunmaktadır . Meşruta evlerin arkasındaki/batısındaki kütüphaneye, Vefa Caddesi üzerinde yer alan tonozlu bir geçitle ulaşılmaktadır. Geçitten ilk olarak bir avluya girilmekte, avludan 6 basamak ile bir sekiye çıkılmaktadır. Burada namazgah olarak düşünülmüş mihraplı küçük bir mekan yer alır. Namazgahtan bir sundurma ile kütüphanenin okuma salonuna geçilmektedir. Kare planlı bu salon, aynalı tonozlarla örtülüdür; üç tarafından, dikdörtgen planlı 5 hücre ile çevrilmiştir.

Vefa, 19.yy. sonu-20.yy. başına kadar önemini korumuş; din ve bilim adamlarının, öğrencilerin yoğunlaştığı Beyazıd, Vezneciler gibi semtlere yakınlığı nedeniyle mutena bir semt olmuştur (Erdoğan, 1941, s.33).
Kilise Camii’nin güneybatısındaki ve Voynük Sücaettin Camii haziresindeki bazı mezar taşlarının okunması, buralara gömülü olan kişilerin toplum içinde saygı gören, önemli kişiler olduklarını göstermiştir (Şekil A.2). Semt, 1930’lara kadar, suriçi İstanbul’unun eğlence ve sanat merkezi olan Şehzadebaşı ve Direklerarası’na yakın konumu ile revaçta kalmıştır (Tütel, 2007, s.9) (Şekil B.34). Vefa semtini de içeren, 19. yy.’a kadar üst sınıfın ikamet ettiği Süleymaniye bölgesi, Constantinus Devri’nden bu yana, büyük yangınlar ve depremlerle biraz farklılaşmış, ama büyük bir değişim geçirmemiş; 19. yy. ’ın ikinci yarısına kadar, topografik verilere uyan organik bir gelişme göstermiştir (Kuban, 2001, s.3) 
19. yy. ortalarında ve 20 yy. başında çekilmiş olan fotoğraflarda bölgenin sahip olduğu organik ve homojen doku gözükmektedir. Kat yükseklikleri ve oranları rahatsız edici yapılara rastlanmamakta; geleneksel ahşap ve kagir yapılar meyilli arazide Süleymaniye Camii’nden aşağı doğru pitoresk bir görünüm oluşturmaktaydı. Kuban (2001)’e göre, “büyük anıtların diğer yapılarla meydana getirdiği boyutsal kontrast, büyük kubbeli yapılardan konutlara doğru küçülen bir skala, eski İstanbul’dan kalma belki en önemli biçimsel niteliktir”. Bugün, aynı pitoresk görünüm, taban alanları, kat oranları ve cepheleriyle dokuyu zedelemekte olan ve çoğunluğu 1970’lerden sonra yapılmış betonarme yapılar nedeniyle yakalanamamaktadır 


Bölgedeki bu yıpranma biraz da bahane edilerek, Dünya Mirası Listesi’ndeki Süleymaniye Kentsel Bölgesi, 24.05.2006 tarihinde “yenileme alanı” ilan edilmiştir.
Geçirmiş olduğu tüm olumsuz değişimlere rağmen bölgede, Valens Su Kemeri, Kalenderhane ve Vefa Kilise Camileri gibi önemli Bizans anıtları ile başta Süleymaniye ve Şehzade Külliyeleri olmak üzere, yine bir Sinan eseri olan Kepenekçi Sinan Medresesi, Siyavuş Paşa Medresesi, Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi, Şehit Ali Paşa Kütüphanesi gibi Osmanlı dönemine ait anıt eserler ve (çoğu 19. yy. sonu - 20. yy. başına ait) sivil mimarlık örnekleri (sayıca çok azalmalarına rağmen) varlıklarını sürdürmektedir.

Yangınlar
20. yy. başında çıkan çeşitli yangınlar, bölgede önemli hasarlara neden olmuşlardır (Cezar, 1963, s.327-414). 1908’de Saraçhane civarında Çırçır’daki yangın (Şekil B.36), 1911’de Süleymaniye’de başlayıp Beyazıd’a tırmanan Mercan yangını, 1918’de Cibali’de çıkarak Cerrahpaşa’ya kadar yayılan büyük Fatih yangını çok sayıda vakıf eserini, evi ve konağı yok etmiştir (Cezar, 1963, s.327-414).

İmar faaliyetleri
1940’lara kadar büyük bir imar faaliyeti nedeniyle değişim yaşamamış olan bölge, ilk büyük değişimi 26 Şubat 1943 tarihinde açılışı yapılan Atatürk Bulvarı ile yaşamıştır (Varlık, 1995, s.382; Cumhuriyet Gazetesi, 27.02.1943). 1940 yıllarında Unkapanı'ndan Yenikapı'ya uzanan geniş bir bulvar açılması, 1938’te İstanbul Nazım Planını hazırlamaya başlamış olan Prost tarafından önerilmiştir (Prost, 2007, s.86) (Şekil B.38). Şehircilik uzmanı Henri Prost, Atatürk Bulvarı adı verilecek bu caddenin, şehrin Marmara kıyısında tasarlanan merkezini Beyoğlu semtine bağlamasını düşünmüştür (Prost, 2007, s. 86). Prost, aynı zamanda, Şehzade Camii’ni Fatih Camii’ne bağlayan turistik bir yol ile Bozdoğan kemerini meydana çıkarmayı amaçlamıştır (Prost, 2007, s.95). “Kemerin iki yanında mevcut binalar buna engel olursa, mahalle imar planları ile bu yolun karakteristikleri tespit edilecektir” (Prost, 2007, s.95). Prost’a göre, yeni açılacak geniş caddelerde, özellikle Atatürk Bulvarı’nda, bu caddenin genişliği ile uygun oranda olmayan arsalar vardır, bunlar birleştirilmelidir (Prost, 2007, s.86) (Ş.C.39). Yine Prost’a göre, “münferit ve sayıları yolun mevcudiyetini izaha kafi gelmeyecek kadar az olan” binalar istimlak edilmeli, serbest kalan sahalar ağaçlandırılarak, eğlence ve spor alanları yapılmalıdır (Prost, 2007,s. 86). Ancak Prost planında tavsiye edilen ağaçlandırma ve spor alanı fikrine uyulmamış, yolun her iki tarafında istimlak edilerek açılan 25’er metrelik arsalar, belediyeye gelir sağlamak amacıyla, satışa çıkarılmıştır (Cumhuriyet, 27.02.1943). Yeni Belediye Binası’nın Valens Su kemeri’nden yaklaşık 50 m. güneyine, Şehzade Külliyesi’nin karşısına yapılmasına karar verilmiştir (Cumhuriyet, 27.02.1943). Beyoğlu ile ilişkinin yoğunlaşması, yol genişliklerinin katlanarak artmasına, bu artış da, yeni arterler etrafında daha büyük ulaşım yoğunluğunu teşvik eden bir sürü yeni işlevin, kentin vaktiyle sadece konut bölgesi olan alanlarına yerleşmesine, Haliç kıyısında yeni depolama alanları, Atatürk Bulvarı üzerinde yeni çarşılar, Maliye ve Tekel binaları ve büroların ortaya çıkmasına sebeb olmuştur (Kuban, 2001, s.15). Özellikle Yeni Belediye Binası aşırı iri kütlesiyle siluette en baskın öğelerden biri durumuna gelmiş; dikdörtgen prizma biçimiyle çevresindeki dokudan ayrık, uyumsuz bir görüntü oluşturmuştur.

Atatürk Bulvarı’nın ve Şehzade Camii - Fatih arasında yer alan caddenin (Cemal Yener Tosyalı Caddesi) açılması sırasında, Süleyman Subaşı, Papazoğlu, Yahya Güzel, Sekbanbaşı İbrahim Ağa, Firuz Ağa, Revani Çelebi Mescitleri, Voynük Şücaettin Camii, yol üzerindeki çeşmeler (Kırkçeşme, Gürcü Mehmed Paşa Çeşmesi, vb.), Payzen Yusuf Paşa Türbesi gibi pek çok kültür varlığı yıkılmıştır (Eyice, 2006, s.18). Bunlardan, Gazanfer Ağa Medresesi’nin doğusunda kalan Kırkçeşme, İstanbul’un en eski ve büyük su şebekesinin bir parçasıydı (Eyice, 2006, s.157). Bir Osmanlı çeşmesi olan Kırkçeşme’nin aynataşında çifte tavuslu bir Bizans kabartma levhası kullanılmıştı (Eyice, 2006, s.157) Çeşme 1941’de yıktırılmış, mermer levha ise Ayasofya’nın dış narteksine konulmuştur (Eyice, 1975, s.441). Yıkılan diğer bir anıt Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi’dir (Eyice, 1995d, s.489) (Şekil B.45). Sekbanbaşı Mescidi, Unkapanı'ndan çıkarken batıda, Gazanfer Ağa Medresesinin aşağısındaki yapı adasında bulunuyordu (Şekil B.44). Gazanfer Ağa Medresesi yerinde bırakıldığına göre, ona nazaran yaya kaldırımının bile daha gerisinde olan bu mescit durabilirdi. Tamamen tuğladan yapılmış olan mescid (Şekil B.45), Bizans dönemine ait küçük bir kiliseyken, İstanbul'un fethinden sonra Sekbanbaşı İbrahim Ağa adına 1496’da mescide dönüştürülmüştü (Müller-Wiener, 2007, s.196). Yıkılan diğer eserler arasındaki Voynuk Şücaettin Camii ve haziresinin olduğu arsa üzerinde, bugün Manifaturacılar Çarşısı bulunmaktadır (Eyice, 2006, s.82). Yapı, Alman Mavileri’nde Ayazmalı Bostan Sokağı kenarında “Vink Chedjaeddin Camii” olarak işaretlenmiştir. Cami haziresinde bulunan, İstanbul’un fetihten sonraki ilk kadısı Hızır Bey’in kabri, İMÇ Blokları’nın avlusunda kalmıştır.

Arşiv belgeleri ile bugünün karşılaştırılması
Vefa Semti’nin 1934 yılındaki durumunu belgeleyen Pervititch haritasında, Vefa Caddesi üzerinde bulunan 31 ve 33 no’lu adalardaki yapıların, parsel büyüklüğü ve yapı oranları bakımından diğer sokaklara göre daha iyi korunmuş oldukları görülmektedir. 30 no’lu adada görülen Karamürsel Mensucat Fabrikası yerinde bugün İstanbul Üniversitesi’ne ait kampüs alanı içinde Orta ve Yüksek Öğretim Yapıları yapılmıştır. Vefa Kilise Camii’nin doğusunda 30 no’lu adaya, plan ve cephe düzenleriyle geleneksel dokuyla uyuşmayan, yüksek katlı apartmanlar yapılmıştır. Caminin batı tarafında, Pervititch haritasında boş olarak görülen arsaya, taban alanındaki genişlik ve yükseklik oranları ile dokuyu zedeleyen, betonarme bir yapı 1960’larda inşa edilmiştir. Bugün, “Bilim ve Sanat Vakfı” adındaki kurum tarafından kullanılan bu yapı, Kilise Camii’nin de parçası olduğu düşünülen manastıra ait Bizans sarnıcının kısmen üzerine oturmaktadır
İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu arşivinde yapılan inceleme sonucu, Fatih, Hacı Kadın Mahallesi, 536 ada, büyük kısmı 4 parselde, kısmen de 3 ve 4 parsellerde bulunan bu Bizans sarnıcının GEEAYK’nun 09.04.1977 gün ve 9776 sayılı kararıyla aynen korunması gerekli önemli eser olarak tescil edildiği görülmüştür. Ancak 1972 yılında, sarnıcı tahrip eden, 536 ada, 5 parselde, 1960’larda inşa edilmiş olan yapıyla ilgili bir şikayette bulunulmuştur. Yüksek Kurul, 09.09.1972-6579 sayılı kararında “sarnıcın bir kısmını tahrip eden 5 parseldeki binanın ne surette yapıldığının belediyeden sorulmasını” talep etmiştir. Ancak belediyeden buna ilişkin belge gelmemiş; Kurul tarafından açılan mahkeme takipsizlikle sonuçlanmıştır. Kurul dosyasında “aynen korunması gerekli” eski eser olarak nitelendirilen sarnıcın 1/50 ölçekli rölövesi ile mukavemeti konusunda gerekli rapor ve çizimlerin hazırlanması ile ilgili 08.09.1972-225, 09.09.1972-6579, 24.01.2008-64, 26.02.2009-648 tarih ve sayılı kararlar ile 2004 yılında sarnıca gönderilen raportörün içeri giremediğini belirten bir rapor bulunmaktadır.
Aynı ada ile ilgili 26.03.2009-701 sayılı kararda ise, 536 ada, 3 parselde yer alan yapının yerine rekönstrüksiyon projesinin yapılmasının uygun görüldüğü belirtilmiştir (Şekil B.42). 536 ada, 3 parsel boştur, burada bulunan yapı tamamen yok olmuş, arsası kısmen batısındaki 5 parselde bulunan Bilim Sanat Vakfının otoparkı tarafından işgal edilmiştir. Sadece 1918 ve 1966 yılına ait hava fotoğrafları bulunan bir yapının, sarnıç üzerine yapılması doğru değildir Geleneksel sivil mimariyi taklit eden dekor niteliğinde olacak bu yapının cephe düzeninin elde hiç bir veri olmadan nasıl çizildiği bilinmemektedir 

1875 Ayverdi ve Müller-Wiener haritalarına göre, Kilise Camii’nin güneybatısında, bugün Cibalı Lisesi’nin bulunduğu yerde, son Bizans İmparatoru Konstantinos Dragazes’in mezarı bulunmaktadır ve bu mezarın hemen yanındaki türbede yatan, (15.yy. Fatih dönemi askerlerinden) Azeb Baba’nın da (Koçu, 1958d, s.54) imparatoru öldüren kişi olduğu düşünülmektedir (Grosvenor, s.47)
Pervititch haritasının bu kısmının eksik olması nedeniyle, parselin 1930’lardaki durumu tam olarak bilinmemektedir. 1969-70’te bu mezar ve türbenin bulunduğu yere, Cibali Lisesi inşa edildiği için, günümüze herhangi bir iz ulaşmamıştır 
Tirendaz Sokağa ait, DOA’da bulunan R.V. Nice fotoğrafında görülen sokak oranı, karşılıklı çıkmalarla yaratılan gölge ışık etkisi ve hareketlilik bugüne ulaşamamıştır. Encümen Arşivinde bulunan 1940 yılına ait (Molla Şemsettin Camii sokağından çekilerek Vefa Kilise Camii’nin güneybatı köşesinin görüldüğü) fotoğrafta, caminin batısında yer alan ahşap yapı da günümüze ulaşamamıştır (Şekil B.50). Güney tarafta, hazire ve ağaçların arkasında görülen ahşap yapıların yerinde bugün otopark bulunmaktadır. Kilise Camii çevresi ve güneybatısındaki hazire, duvarının önündeki sokak lambası ve ağaçlarla, 1940’da bugüne göre daha düzenli gözükmektedir. 1943 yılına ait Schneider fotoğrafından sokak dokusunun ne kadar zedelendiği anlaşılmaktadır 
Kurul Arşivi’nde Kilise Camii çevresi ile ilgili yapılan araştırmada, Şeyh Vefa Külliyesi’ne ait caminin (Şekil B.53) 1989’da yeniden yapılması ile ilgili Doğan Kuban ve Metin Ahunbay’a ait raporlara rastlanmıştır. Kuban, 24.05.1989 tarihli raporunda, sözkonusu cami ile ilgili hiçbir bilimsel değeri kanıtlanmış veri olmadığını, Gurlitt’in eskiz niteliğinde çizmiş olduğu planın, özgün yapı ile ilişkisinin tam olarak bilinmediğini, dolayısıyla restorasyonun bilimsel nitelik taşımadığını belirtmiştir. Metin Ahunbay da, 05.06.1989 tarihli raporunda, alanda yapılan kazının özensizce yapıldığına ve bazı önemli ayrıntıların kaybedildiğine dikkati çekmiştir. Ahunbay, cami temellerindeki duvar örgüsünün Bizans Dönemi izleri taşımadığını, cami ve medresenin Fatih – II. Bayezid dönemlerinden daha geç dönemlere ait yapım tekniklerine sahip olduklarını ifade etmiştir. II. Abdülhamit döneminde müdahale sınırlarının bilinmediği bir yenileme geçirmiş olan cami ve medresenin, “yeniden yapımının” karmaşık mimarlık tarihi problemleri içerdiği ve uygulamaya geçilmeden evvel bu problemlerin bir mimarlık tarihi uzmanı tarafından dikkatle etüd edilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır. Cami, bu uyarıları dikkate almaksızın, Dünya Mirası Alanı’ndaki Süleymaniye Bölgesi’nde yeniden yapılmıştır.

Bölgenin bugünkü durumu
Bugün, Süleymaniye bölgesi ve Vefa Semti, kısıtlı sosyo-ekonomik düzeye ve eğitime sahip kullanıcıların elinde bulunmaktadır. İ.T.Ü. Çevre ve Şehircilik Uygar Merkezi tarafından Süleymaniye Bölgesi’ni inceleyen bir çalışma yapılmıştır (Gülersoy ve diğ., 2004, v.3). Çalışma kapsamında, Süleymaniye Bölgesi’nde yapılan anketler, bölgenin çoğunluğunun 5-7 kişiden oluşan geniş ailelerden oluştuğunu göstermiştir (Gülersoy ve diğ., 2004, v.3, s.104). Bölge, Özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan çok göç almakta olan bölgede, sekiz-on erkeğin bir odada barındığı bekar odaları büyük bir problem oluşturmaktadır (Gülersoy ve diğ., 2004, v.3, s.104)
Aslında, İstanbul’un göç probleminin, daha 18. ve 19. yy.’larda başlamış olduğu, etnik, dinsel, ekonomik nedenler ve sıklaşan sınır değişiklikleri sonucu kitlesel olarak müslümanların çoğunluğunu oluşturduğu sığınmacıların, daha güvenli olan, ve büyük imaretlerde her gün en az 1000 kişinin doyurulduğu başkente geldikleri öğrenilmektedir (Başaran, 2007, s.53). Aynı zamanda günümüzdekine benzer olarak iş ve sosyo-ekonomik fırsatlardan yararlanmak isteyenlerin oluşturduğu bir göçmen kitlesi de bulunmaktadır (Başaran, 2007, s.53). 1829 kışında yapılan nüfus sayımına göre, “Süleymaniye kurbunda Şeyh Ebul Vefa civarındaki Şemseddin Molla Gürani mahallesi nüfusu 499’dur ” (Başaran, 2007, s.56). Toplam suriçi nüfusu da yaklaşık 200.000 kişidir (Başaran, 2007, s.70). O zaman da göç problemi var olduğu halde, günümüzdeki sıradanlık ve estetik yozlaşma görülmemekte; dönemin yapıları hala bir estetik çaba ürünü olma özelliği göstermektedir. Bugün nüfusun çok fazla katlanarak artmış olması ve demografik yapının çok değişmesiyle, kent aldığı göçü içinde eritememekte, yeni gelenlerin değerleri geçerli olmaktadır. Yasalardaki ve bunların uygulanmasındaki eksikler, İstanbul’da arsaların sağladığı yüksek rantla birleşince, yeni yapılarda taban oranları ve kat yükseklikleri maksimum ekonomik fayda sağlamak uğruna çevreye duyarsızca belirlenmekte, kültür varlıklarının korunması iyice güçleşmektedir.
Günümüzde, ailelerin çoğu Güneydoğu Anadolu’dan göçmüştür. Annelerin % 43’ü, babaların % 44’ü Güneydoğu Anadolu, özellikle Mardin ve Adıyaman doğumludur
(Gülersoy ve diğ., 2004, v.3, s.104). Kullanıcıların çoğu, ticaret sektörü, fabrikalar, imalathaneler ve sıradışı işlerde çalışmaktadır; eğitim durumları iyi değildir, annelerin % 49’unun ilkokul mezunu, %32’sinin hiç okula gitmemiş olduğu, babaların % 50’sinin ilkokul mezunu, % 17’si eğitimsiz, % 2’sinin üniversite mezunu olduğu tespit edilmiştir (Gülersoy ve diğ., 2004, v.3, s.76).
Evlerin iyileştirilmesini isteyen aileler sadece % 11’dir, % 89’unun böyle bir isteği bulunmamaktadır; tescilli binalarda oturanların sadece % 42’si binaların korunması gerektiğini düşünürken, % 58’i korumanın gereksiz olduğuna inanmaktadır (Gülersoy ve diğ., 2004, v.3, s.100). Tescilli yapıların % 47.2’si kötü durumda ya da yıkık/harap haldedir (Gülersoy ve diğ., 2004, v.3, s.104). Alandaki sokakların çoğu, çok dar olmalarına karşın asfaltlanmış ve araç yolu olarak kullanılmaktadır, hemen hemen birkaç çıkmaz sokağın dışında yaya yolu yoktur; özgün sokak kaplamalarının parke taşı olduğu bilinmektedir (Gülersoy ve diğ., 2004, v.3, s.104). Belediye son yıllarda bazı sokakları, eski geleneksel dokudan farklı görünen, serbest serme taş görünümlü prekast malzeme ile kaplatmıştır.

Bu bölgedeki yapıların kullanıcıları, yapıların gerçek sahipleri değil, yeni ve geçici bir kullanıcı grubudur. Yapılan anketler sonucunda, kullanıcıların % 73’ünün kiracı olduğu ve % 50’sinin bir yapıda 5 yıldan az kaldığı öğrenilmiştir (Gülersoy ve diğ., 2004, v.3, s.80,81). Oysa, toplumsal duyarlılık ve sahiplenme tarihi yapılara müdahale edilebilmesi ve kullanılabilmeleri için ön koşuldur. Eminönü meydanında satılan mısır, muz, kestane gibi yiyeceklerin ve bunların satıldığı portatif el arabaları Süleymaniye bölgesinden dağıtıma çıkmaktadır. Vefa Camii’nin batısındaki ahşap ev, aldığı eklerle bozularak derme-çatma görünümlü bir gecekonduya dönüşmüştür; portatif mısır arabalarının gece deposu olarak kullanılmaktadır; Kilise Camii’nin güneyinde, Molla Şemseddin Camii Sokak’tan ulaşılan, 565 ada/61 no’lu parselde de bir depo bulunmaktadır. Kilise Camii önü ve çevresindeki sokaklarda kağıt toplayıcılar çöpleri dağıtarak çevreyi kirletmektedir.

Yukarda verilen bilgileri doğrulayan son tespit 2011 yılı sonunda onaylanan İTYYP’nında bulunmaktadır (İTYYP, 2011, s.78). Bu tespite göre, Anadolu’dan ilk göç edilen semt Süleymaniye’dir; aileler burada altı yıla yakın bir süre kalmaktadır. Bölgeyi Bağcılar ve Esenler’de daire alarak terk etmektedirler. Bölge en vasıfsız ve yoksul kesimin barınma ve çalışma ihtiyacına hitap etmektedir.

Vefa Camii’nin çevresi, yüksek katlı ve parsel sınırlarını ihlal eden yapılarla çevrilidir. Bu durum yapının çevreden algılanmasını önlemektedir. Bu olumsuz özellikteki yapıların bazıları, kontrolsüz bir şekilde, yerine ne geleceği belli olmadan yıkılmaktadır. Acele yıkımlar sonucu ortaya, büyük boşluklar, kimliksiz bir çevre ve çöp yığınları çıkmaktadır Oysa yıkılacağına, fazla katları kesilmek suretiyle ekonomik şekilde değerlendirilebilirler.

2003 yılında İ.B.B. tarafından Tarihi Yarımada için 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı yaptırılarak, yayınlanmıştır. Bu plan ve 5366 sayılı yasa doğrultusunda, Süleymaniye Bölgesi, adalar halinde, belediye ve belediyeye bağlı olan Tarihi Çevre Müdürlüğü tarafından paylaşılarak, ihaleye çıkarılmış, her adanın rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri hazırlatılmıştır. Vefa Kilise Camii’nin bulunduğu 565 numaralı ve Kilise Camii ile ilişkili olduğu düşünülen sarnıcın bulunduğu 536 numaralı adaların projeleri, belediye tarafından KİPTAŞ’a hazırlatılmıştır.

İ.B.B. tarafından hazırlanan 1/1000 ölçekli koruma imar planı sorunları çözümlemekten uzaktır, ada bazında hazırlanacak projeler için doğru yönlendirmeler içermemektedir (Şekil B.56). Koruma planının olumsuz yönleri, sadece Vefa Kilise Camii’nin yakın çevresindeki ufak bir alanda dahi görülmektedir. Planda, Kilise Camii’nin güneybatısında bugün otopark olarak kullanılan parsel aynı şekilde otopark olarak önerilmiş; buna ek olarak Vefa Camii’nin çok yakınında ikinci bir otopark alanı önerilmiştir. Bu kadar küçük bir alanda iki adet otopark önerisi getiren planın, Tarihi Yarımada’nın trafik ve araç yoğunluğunu artırmaya yönelik olduğu söylenebilir.
Vefa Kilise Camii ’nin içinde bulunduğu 565 ada için önerilen yeni yapılaşma alanlarında parseller birleştirilmiş ve parsel sınırlarına uyulmamıştır. Vefa Kilise Camii ’nin güney doğusundaki parsellerde önerilen yeni yapılar, mevcut parsel sınırlarını ihlal etmekte; adanın güneydoğu köşesinde yer alan ve döneminin özelliklerini yansıtan, ilginç bir betonarme yapının da yıkılması önerilmektedir.
Planda, var olanı korumak ve iyileştirmek yerine, günümüze izi ulaşmamış yapıların rekonstrüksiyonu önerilmektedir. Bunlardan biri, diğer adı İbrahim Kethuda olan Yoğurtçuoğlu Medresesi’dir; medrese Vefa’da, Vefa Caddesi, Divan Efendisi, Yoğurtçuoğlu ve Medrese Sokakları’nın çevrelediği 134 pafta, 540 adada 4 numaralı parselde bulunuyordu (Kütükoğlu, 2000, s.135; Müller-Wiener, 2007, s.275) (Şekil B.2). İ.B.B. tarafından hazırlanan koruma imar planında, yapının 565 ada, 61 numaralı parselde, Kilise Camii’nin yaklaşık 20 m. kadar doğusunda yeniden yapımı önerilmektedir. Medresenin, yeterli bilgi ve belge olmadan, üstelik de kendi parseli dışında bir yerde (Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Süleymaniye Bölgesi’nde, 11 yy. Ortaçağ yapısının doğusuna) “yeniden yapımı” kabul edilemez niteliktedir. Yenileme Kurulu’ndan Yogurtçuoğlu Medresesi’nin yeniden yapımı için verilen ön projenin reddedildiği öğrenilmiştir. Ancak aynı parselde, bu sefer de bir kültür merkezi projesi hazırlanmaktadır. Kilise Camii’nin doğusundaki parselde yeni yapı yapılmasının uygun olmadığı, bu alanda toprak altında, Bizans dönemindeki manastıra ve Osmanlı dönemindeki medreseye ait kalıntıların bulunduğu düşünülmektedir.
Koruma planının bir başka olumsuz yönü, metronun Süleymaniye ve Vefa Camileri’ne çok yaklaşmasıdır. Süleymaniye’de istasyon yapılmayacak olmasına rağmen (Koruma İmar Planı’nda istasyonların Unkapanı, Vezneciler ve Yenikapı’da olacağı, Yenikapı’dan sonra Kocamustafapaşa ve Silivrikapı’da 2 istasyon daha bulunacağı, böylece Tarihi Yarımada’da toplam 5 istasyonun yer alacağı belirtilmiştir, Şekil B.56.b), metro için kazılan tüneller bu önemli anıtlarda zemin problemleri, çatlaklar gibi hasarlara sebeb olabilir. Ayrıca Tarihi Yarımada gibi yüzölçüm olarak tüm İstanbul’un sadece 1/200’ ünü oluşturan değerli bir alanda, hattın yeraltından geçirilmesi şart mıdır; eğer mutlaka geçirilmesi gerekiyorsa, daha doğru bir güzergah belirlenmesi için koruma uzmanlarından destek alınması daha uygun olabilirdi. Şu anda Vezneciler İstasyonu için yapılan kazıda, Vezneciler Kız Yurdu yakınındaki alanda, mozaik kalıntılar bulunmuştur. Bu mozaiğin kesilerek kaldırılması, daha sonra istasyon zemininde sergilenmesi düşünülmektedir.

Kaçak yapılaşma
“Bilim Sanat Vakfı” adındaki, çok ortaklı özel bir kuruluş, Kilise Camii’nin batısındaki bir yapının sahibidir. Bu yapı, Kilise Camii’nin parçası olduğu manastıra ait olduğu düşünülen sarnıcın kısmen üzerine oturmaktadır. Taban alanı, yükseklik ve cephe oranlarıyla da geleneksel dokuya hasar veren yapı, kaçak olarak inşa edilmiştir (bkz. Bölüm 3.2.4). Kilise Camii’nin Atatürk Bulvarı’ndan algılanmasını engelleyen yapı, genel olarak Süleymaniye’nin Atatürk Bulvarı siluetini olumsuz etkilemektedir.

Yüksek Mimar - Mine ESMER
Yazının tamamı için

İSTANBUL’DAKİ ORTA BİZANS DÖNEMİ KİLİSELERİ VE ÇEVRELERİNİN KORUNMASI İÇİN ÖNERİLER konulu DOKTORA TEZİ / MAYIS 2012

ÖNEMLİ NOT : YAZI VE FOTOĞRAFLARIN SİTEMİZDE YER ALMASINI İSTEMİYORSANIZ LÜTFEN KALDIRILMASI İÇİN EPOSTA ADRESİMİZE BU TALEBİNİZİ İLETİNİZ

Top Post Ad

Below Post Ad

Ads