Sitemizde aramak istediğiniz konuyu

Vefa ve Eski İstanbul

Vefaiye Dergâhına Her İsteyen Giremezdi.


İsim, lakap, mahlas bir yana Ebû’l Vefa Hazretleri öncelikle bir mutasavvıf.
Dahası âlim ve şair.
Bu sıfatların mahiyetini anlamak için de hayat hikâyesine kısaca bakmak gerekiyor.
15. asrın ilk çeyreğinde yaşayan bu zatın doğum tarihi kesin olarak bilinmese de doğum yeri biliniyor. Kendisi Mevlâna toprağında yani Konya’da doğmuş.
Zaten Vefa Konevî denmesi de bu yüzden.
İlk tahsili ilim üzerine bu şehirde gerçekleşir.
Tasavvuf vadisine girmesi ise Edirne’de olur.
Burada Tabakçılar İmamı Muslihuddin Efendi’ye intisap eder.
Nitekim bu zatın adını da kendisine lakap olarak seçecektir.
Sonra onun işaretiyle manevi eğitimini Zeyniye Tarikatı şeyhlerinden Abdüllatif Kudsi Hazretleri’nin yanında devam ettirir. 
Edirne sürecinden sonra önce Konya’ya, ardından bir süre burada kaldıktan sonra Hicaz’a gider.
Dönüşte Rodos’ta Rodos şövalyelerine esir düşerse de Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından kurtarılır. Fakat bir daha Konya’ya dönmez ve İstanbul’a yerleşir.
Bazı kaynaklara göre onu İstanbul’a bizzat Fatih davet etmiştir.
Gerçek bu ya da değil.
Önemli olan Şeyh Ebul Vefa Hazretleri’nin daha sonra burada kendi adını taşıyan semtte bir dergâh kurarak Zeyniye Tarikatı’nın Vefaiye kolunun şeyhi olarak irşada başlamasıdır.
Kısa zamanda şöhreti bütün İstanbul’a yayılır. Fakat o, daha çok halkla beraber olmayı tercih eder. Bu yüzden onlardan biri gibi hareket ederek kendini çok da deşifre etmeyen mütevazı hatta münzevi sayılacak bir hayat sürer. Belli vakitlerde talebelerine ve halka kısa sohbetler yapar. Fakat bu kısa sohbetler öylesine etkilidir ki namı kısa sürede saraya kadar ulaşır ve devrin padişahları onun sohbetinde bulunmak üzere can atarlar. Devrin pek çok önemli kişisi kendisine intisap etmek ister. Fakat birkaç ismin dışında onların devlet işlerini aksatmasından endişe ederek bu taleplere olumlu cevap vermez. Sadece iki ismin ziyaretini kabul eder.
Bunlar Sinan Paşa ile Molla Hüsrev Hazretleri’dir.
Sarayla münasebet de bu iki isim vasıtasıyla kurulur.
Hizmetleri saray tarafından o kadar itibar görür ki Fatih tarafından adına dergâhı dışında bir de cami inşa ettirilir.
O da bu jesti karşılıksız bırakmaz.
Öldüğünde Fatih’in cenaze namazını kendisi kıldırır.
Onun saraya neden mesafeli durduğu ise misyonuyla ilgilidir daha çok.
O sanki vefa semtindeki gariplerin, yoksulların, kimsesizlerin sığınağı olmak istemiştir.
Bu da onun “vefa” sıfatıyla çok uygunluk gösteren bir tutumdur.
Böylece Fatih’in maddî anlamda fethini gerçekleştirdiği İstanbul’un manevî inşasında önemli bir rol oynar.
Sonra gün gelir ve ömrünü tamamlar.
Saygı duyulan, hayranlık uyandıran hizmetlerini geride bırakarak 1491 Ramazan ayının ilk pazartesi gününde vefat eder.
Adı ve hatırası daha sonra adını verdiği Vefa semtiyle, cami ve dergâhıyla yaşamaya devam edecektir.

Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
vefa semti, istanbul, turizm, seyahat, geziyorum

Top Post Ad

Below Post Ad