
Diyarbakır'ın meczubu olur da İstanbul'un olmaz mı..
TDV İslam Ansiklopedisi'ne göre, meczup kelimesi, Sözlükte “kendine çekmek, yaklaştırmak” anlamındaki cezb (cezbe) kökünden türeyen meczûb kelimesi tasavvufta, bir daha kendine gelmemek üzere Allah’ın âniden kendine çektiği, dost edindiği ve dâimî surette huzurunda bulundurduğu velîleri tanımlamak için kullanılmıştır. Kaynağa göre, İbn Haldûn, meczupların bir bakıma delilere benzedikleri halde velâyet makamında bulunduklarını ve sıddîkların hallerine sahip olduklarını belirttikten sonra fıkıh âlimlerinin onların velîliğini kabul etmediğini, ancak bunun yanlış bir hüküm olduğunu, zira ibadetin velîliğin mutlak şartı olmadığını, Allah’ın velîliği dilediğine lutfettiğini söyler. Ona göre meczuplar şer‘î hükümlere tam anlamıyla uygun olmasa da ibadet ederler. Doğuştan saftırlar, kendilerine göre iyi işlerin yapılmasını teşvik eder, kötü işleri engeller, hiçbir kayıt altında bulunmadıklarından bazan gaybdan haber verirler (Muḳaddime, s. 153; Şifâʾü’s-sâʾil, s. 107).
Bunlar kıyafetlerine dikkat etmez, pejmürde bir halde gezinir...
Bazısı paraya önem vermez ama bazıları ise para toplamayı çok sever, vermeyene kızar....
Deliler ve meczuplar, Osmanlı toplumu tarafından ötelenmiş insanlar değillerdi. Keramet sahibi olduklarına inanılan “meczuplara” İstanbul halkı değer veriyordu. Öte yandan Osmanlıda her mahallenin bir delisi vardı. Bunlar da halk tarafından sahipleniliyordu. Bu insanlara yardım etmek işinizin rast gitmesine alamet sayılıyordu.
Sürekli duyduğumuz bir söz vardır. "İstanbul‘un velisi de, delisi de çoktur" derler. Tarih boyunca meczuplar hiç eksik olmamış bizde. Çünkü alışılmışın dışındaki hareketleriyle ilgi çeken bu insanlara her semtte rastlamak mümkünmüş.
Pazarola Hasan Bey, Düğümcü Baba, Kâğıt Divanesi, Boynuzlu Divâne Ahmet Dede ve daha niceleri... Eskici Dede, Armağânî Mehmed Efendi, Divâne Duhankeş Dede, Giysüdâr Seyyîd Abdullah Çelebi, Giysüdâr Molla Mustafâ Çelebi, Elekçi Divânesi, Divâne Burnaz Mehmed Çelebi, Yetmiş Kuruş Dede. Muhammed Çelebi, Alakanca, Yemenli, Kulübeli Mehmed Dede, Taşçı Delisi, Kâğıt Delisi, Yumurta Delisi, Hızır Aşak ve Deli Ahmed Çelebi, Örümcek Tutmaz Sû’di Dede, Ciğerci Baba, Zanbak Baba, Gül Baba, Dervîş Osman Baba, Nenesi Dede Sultân vs vs..
Doğan Pur adlı yazar meczuplardan en meşhurlarını şu şekilde ifade etmiştir.
Adam ol Mehmed Efendi Beykoz’da yaşamıştır. Önüne gelene “Adam ol, adam ol!” diye seslendiği için Adam ol Mehmed Efendi diye anılmıştır.
Aynalı Baba İlâhi meczuplardandır. Göğsüne muhtelif büyüklükte aynalar asar öyle gezermiş. Bu nedenle kendisine Aynalı Baba denilmiştir. Kabri Topkapı Gezi Parkında olup kayıptır.
Balıkçı Baba'nın Asıl adı Abdülcelil’dir. Bitlis’te dünyaya geldi. İstanbul’a gelerek Eyüp Sultan semtine yerleşti. Rivâyete göre yaz ve kış üstünde aba, başında keçe külâh, yalınayak tekkeden çıkar, iskeleye iner ve tanıdığı bir balıkçının kayığına binerek bir tek balık tuttuktan sonra karaya çıkarmış. Balıkçı ise, onun ayağındaki bereket sebebiyle o gün kayığını silme balıkla doldururmuş. Balıkçı Baba 1742 senesinde İstanbul’da vefat etmiş olup kabri Eyüp’deki Hâtûniye Dergâhı hazîresinin üst kısmındadır.
Kasımpaşa’da yaşamış olan Boynuzlu Divâne Ahmed Dede, tanıdığı tanımadığı herkesin ismine bir “Çibo” ekleyerek selâmlarmış insanları. Koynunda ve koltuğunun altında her cinsten boynuz bulunduran Divâne Ahmed Dede’ye “Hani benim boynuzum Ahmed Dede?” diye takılanları tepeden tırnağa süzdükten sonra kişiliğine göre bir boynuz çıkararak “Aha senin boynuzun!” dermiş.
Düğümlü Baba, Amasralı olup asıl adı Mustafa’dır. İbrahim Paşa Camii’nde imamlık yapmış, Nakşibendiyye yolunda hilâfet aldıktan sonra hacca gitmiş, geldikten sonra kendisine cezbe hâli gelmiştir. Eline geçen ipleri düğümleyip elbisesine ve sarığına hatta asasına bağlar böyle gezermiş. Bu nedenle kendisine Düğümlü Baba denmiş. Kabri Sultan I. Ahmed Türbesi yanındaki küçük bahçededir.
Osman Çelebi Aksaray Karakolu bitişiğindeki kaldırımda başı çıplak ve üzerinde bir abayla elli yıldan fazla oturdu.
Eyüp Sultan civarında yaşayan Çöp Atlamaz Baba nerede bir çöp görse onu oradan alır, ait olduğu yere koyarmış. 1800’lerde yaşayan Âtıf Efendi bir gün Eyüp Sultan’dan Karagümrük semtine gitmek üzere iskelede kayığa binerken Çöp Atlamaz Baba, Âtıf Efendi’nin bindiği kayığın baş kısmına ayağıyla üç kez basarak: “Hâlimi sana verdim! Hâlimi sana verdim! Hâlimi sana verdim!” demiş ve çekmiş gitmiş. Âtıf Efendi, Balat iskelesinde karaya ayak basar basmaz, önüne gelen çöpleri atlayıp geçememiş. İşte ondan sonra Âtıf Efendi de önüne gelen çöpleri toplamak durumunda kalmış.
Durmuş Dede Akkirman’dan gelerek Rûmelihisarı’ndaki tekkeye yerleşmiş ve kerâmetleri ile ün salarak o tarihden itibaren tekkenin kendi adıyla anılmasına sebep olmuştur. Durmuş Dede özellikle Karadeniz’e doğru sefere çıkan gemiciler tarafından ziyâret edilirdi. Bu kişiler, dergâha zahire ya da Durmuş Dede’ye sadaka verip kendisinin iznini ve hayır duasını alarak yola çıkarlardı. Aksi takdirde bu gemicilerin yolculuklarının başarısızlık hatta felâketle noktalandığı rivayet edilmektedir.
Hasan Dede Fatih Camii’nin Boyacılarkapısı içinde otururdu. Göklere baş çekmiş kat kat, tabaka tabaka kulübeler yaptırırdı. Ancak içinde oturma asla mümkün değil idi. O derece yüksek idi ki Fatih minaresi boyunda olup marangozlar da tepesine bir çivi çakmaya cesaret edemezlerdi. Çeşit çeşit kerametleri görülmüştü…Hasan Dede’nin kabri Fatih Camii’nin Boyacıkapısı hazîresindedir.
Horoz Mehmed Dede, Sultân II. Mehmed Hân ve ordusu ile Konstantiniyye şehrine gelirken, her saat başı horoz gibi çırpınarak öter ve “Kalkın…Ey gâfiller!..” dermiş. Bu nedenle askerler kendisine Horoz Baba demişler. İstanbul’un en eski meczuplarındandır. Hoca Ahmed Yesevî’nin mürîdlerinden olup, Hacı Bektaş-ı Velî ile birlikte Horasan’dan gelip, Sultan II. Mehmed ile birlikte Konstantiniyye’nin fethinde bulunmuş ni’me’l-ceyş’dendir (mutlu asker). Kabri, Unkapanı Yavuz Er Sinan Camii hazîresindedir.
Kapânî Deli Sefer Dede, Unkapanı’nda Ekmekçi Ali Çelebi’nin fırını, çok şiddetli yandığı zamanlarda; içine girer ve rahat bir uyku çekermiş. Bir gün oradan çıkıp binlerce kişi ile vedalaşarak Unkapanı’ndan kendisini denize bırakıp kayıplara karışmış. Sefer Dede yedi yıldan sonra Cezayir’den Kara Hoca ve Ali Peçenoğlu kalyonları ile İstanbul’a gelerek Unkapanı’na yerleşmiş. Deli Sefer Dede’nin kabri Unkapanı’nda olup kayıptır. Bugün kayıp olan kabrinin Unkapanı, Atatürk Köprüsünün köşesinde, Yavûz Er Sinân Câmii karşısındaki çeşmenin yanında olduğu rivayet edilmektedir.
16. yüzyılın divanelerinden olan Taşçı Delisi, Edirnekapı dışında bulunan Mezarcılar Tekkesi'nin önünde 40 yıldan fazla çivilerin üzerinde uyudu.
Tabutların ardından "Yuh" diye bağıran meczup "Yuh Baba" olarak tanınırdı.
İstanbul’da adına cami yapılan Laleli Baba ile padişah arasında şu olay yaşanır: Sultan III. Mustafa Han, Laleli Camii’ni yaptırdığı sırada şöhretini duyduğu Laleli Baba’yı saraya davet edip kendisiyle görüşmek ve hayır duasını almak ister. Huzuruna vardığında, hükümdarın şahsı için bir hayır duada bulunmasını rica etmesi üzerine Laleli Baba “Padişahım hayatın müddetince afiyetle ye, iç ve yellen” diye dua eder. Saray teşrifatına pek uygun düşmeyen bu ilginç dua Sultan III.Mustafa’yı sinirlendirir ve Laleli Baba’yı azarlayarak huzurundan kovar. Bu sırada Laleli Baba “Peki öyleyse yiyin, için lâkin asla yellenemeyin” diye ikinci bir niyazda bulunur. Bu hâdiseden sonra Sultan III.Mustafa’nın karnı her geçen gün biraz daha şişmeye başlar. İstanbul’da güvenilir ne kadar hekim ve hoca varsa sırayla saraya çağrılır ancak hiçbirisi padişahın gazını def etmeye muvaffak olamaz. Sonunda durumun Laleli Baba’nın kalbinin kırılmasından kaynaklandığı anlaşılır ve kendisinden af dilemek üzere ikinci kez saraya davet edilir. Padişah, Laleli Baba’dan kendisini affetmesini ve acilen bu belâdan kurtarmasını rica eder. Laleli Baba’da yaptırılan camiye kendi adının verilmesi şartıyla şifaya kavuşacağını söyler. Sultan şartı kabul ederek Laleli Baba tarafından affedilir ve sağlığına kavuşur. Laleli Baba’nın kabri önceleri Laleli Camii’nin yanında yer almaktayken 1957 senesinde Eminönü ilçesi dâhilindeki Kemalpaşa Camii hazîresine nakledilmiştir.
Asıl adı Mehmed Memi olup kaynaklarda “Nalînî Memi Dede”, “Nalıncı Memi Dede”, “Yatağan Dede”, “Yatan Dede” gibi isimlerle anılmaktadır. Rivayete göre aslen Bergamalıdır. Geçimini Unkapanı’ndaki (bugün mevcut olmayan) Azepler Camii karşısındaki dükkânda nalıncılık yaparak temin ederdi. Bu sebeple kendisine “Nalıncı Dede” denilmiştir. İstanbul’un eski ve tanınmış meczuplarındandır. 1592 senesinde vefat etmiştir. Türbesi, Unkapanı, Kadir Has Üniversitesi’nin (eski Tekel Sigara Fabrikası) arka tarafındadır.
Nalıncı Sâlih Dede, Eyüp Sultan’da ikâmet eder, gece gündüz devamlı elinde bir fenerle gezermiş. Gür kara sakallı, oldukça iri burunlu, çatık ve gür kara kaşlı bir meczup imiş. Yaz kış her daim nalınla dolaşırmış. Başına bazen tepesi püsküllü uzun bir Mevlevî sikkesi takarmış.
Pazarola Hasan Bey, Yirmici yüzyılda yaşamış meczuplardandır. Adı, önüne gelen esnaf ve görevliye “Pazar ola!” diye seslenmesinden dolayı Pazarola Hasan Bey olarak kalmıştır. Çelimsiz bir vücudu, oldukça büyük bir başı vardı. Zaman zaman kafasına bir fes veya abanî sarıkla örttüğü başında ayrıca üzerine “Maşallah Hasan Bey” yazılı bir şerit bulunurdu. Ayağına yaz kış mes lastik giyer, elinde de siyah şemsiye ya da sopa bulunurdu. Açıktan verilen parayı kabul etmez, gizlice cebine sokulduğu takdirde ses çıkarmaz ve insan içinde o paraya el sürmezdi. Atlamataşı Caddesi’ndeki evinden yürüyerek çıkar, daha çok Bâyezid ve Şehzâdebaşı olmak üzere buralara yakın semtlerde dolaşır, sevdiği insanlarla şakalaşırdı. Bazen de günlerce evinden dışarıya çıkmazdı.
Sümüklü Dede Divâne
Meşhur seyyah Evliya Çelebi’nin görüp tanıdığı meczuplardan biri olan Sümüklü Dede, vaktiyle Fâtih’te Etmeydanı’nda yaşarmış. Bu civarda kimin üstüne sümkürürse, sümkürdüğü kişinin işi düz gidermiş. Kimin üstünde tükürürse, onunki de ters gidermiş.
Keçeli Dede
Evliyâ Çelebi bu zât hakkında şu bilgileri vermektedir: “…Giysüdâr Mehmed Efendi halifelerindendir. Mevlevî külâhı, bol yenli kebe cübbe ve ayağına nalın giyip elinde nakışlı keçesi ile gelenleri dolaşır, keçesine altın ve kuruş doldururdu. Sonra kırk elli yetim toplar, onlara temiz elbiseler giydirerek çalgıcılar ve hây-hû ile bu masumları sünnet ettirirdi. Daha sonra birer ustaya, hocaya yahut bir vezire ve seçkine hizmete verirdi. Böyle güzel halli bir derviş adam idi. Bağdad fethi haberi geldiği gün Ramazan’da vefat edip Necâtî Bey Mezarlığı’nda toprağa verildi…”
Uşum Dede
Evliyâ Çelebi şunları nakletmektedir: “…Saraçhanebaşı’nda idi. Daima sessiz sakin gezip ara yolda yuvarlanan taşları kaldırıp caddeyi temizler idi…”
Bülbül Divânesi
Evliyâ Çelebi’nin verdiği malûmata göre, yaz ve kış bir kafes ile bülbül gezdirirmiş. Her bülbül bahar günlerinde öterken bunun bülbülü kış vaktinde ötermiş.
Tabak Divânesi
Bütün günlerde çıplak gezerdi. İstanbul’un şiddetli kışında Okmeydanı’nda kar içinde yatar, kırmızı yanakları terlerdi. İki elleri omuzlarında şallak mallak gezerdi…”
O zamanın meczuplarına baktığınızda bir çoğunun keramet ehli olduğunu evliyalara karıştığını görebiliyoruz. Bu dünyaya önem vermediklerini tavırlarıyla göstermişler. Pejmürde kıyafetlerin altında "minnetsiz" yaşamışlar.
Sürekli duyduğumuz bir söz vardır. "İstanbul‘un velisi de, delisi de çoktur" derler. Tarih boyunca meczuplar hiç eksik olmamış bizde. Çünkü alışılmışın dışındaki hareketleriyle ilgi çeken bu insanlara her semtte rastlamak mümkünmüş.
Pazarola Hasan Bey, Düğümcü Baba, Kâğıt Divanesi, Boynuzlu Divâne Ahmet Dede ve daha niceleri... Eskici Dede, Armağânî Mehmed Efendi, Divâne Duhankeş Dede, Giysüdâr Seyyîd Abdullah Çelebi, Giysüdâr Molla Mustafâ Çelebi, Elekçi Divânesi, Divâne Burnaz Mehmed Çelebi, Yetmiş Kuruş Dede. Muhammed Çelebi, Alakanca, Yemenli, Kulübeli Mehmed Dede, Taşçı Delisi, Kâğıt Delisi, Yumurta Delisi, Hızır Aşak ve Deli Ahmed Çelebi, Örümcek Tutmaz Sû’di Dede, Ciğerci Baba, Zanbak Baba, Gül Baba, Dervîş Osman Baba, Nenesi Dede Sultân vs vs..
Doğan Pur adlı yazar meczuplardan en meşhurlarını şu şekilde ifade etmiştir.
Adam ol Mehmed Efendi Beykoz’da yaşamıştır. Önüne gelene “Adam ol, adam ol!” diye seslendiği için Adam ol Mehmed Efendi diye anılmıştır.
Aynalı Baba İlâhi meczuplardandır. Göğsüne muhtelif büyüklükte aynalar asar öyle gezermiş. Bu nedenle kendisine Aynalı Baba denilmiştir. Kabri Topkapı Gezi Parkında olup kayıptır.
Balıkçı Baba'nın Asıl adı Abdülcelil’dir. Bitlis’te dünyaya geldi. İstanbul’a gelerek Eyüp Sultan semtine yerleşti. Rivâyete göre yaz ve kış üstünde aba, başında keçe külâh, yalınayak tekkeden çıkar, iskeleye iner ve tanıdığı bir balıkçının kayığına binerek bir tek balık tuttuktan sonra karaya çıkarmış. Balıkçı ise, onun ayağındaki bereket sebebiyle o gün kayığını silme balıkla doldururmuş. Balıkçı Baba 1742 senesinde İstanbul’da vefat etmiş olup kabri Eyüp’deki Hâtûniye Dergâhı hazîresinin üst kısmındadır.
Kasımpaşa’da yaşamış olan Boynuzlu Divâne Ahmed Dede, tanıdığı tanımadığı herkesin ismine bir “Çibo” ekleyerek selâmlarmış insanları. Koynunda ve koltuğunun altında her cinsten boynuz bulunduran Divâne Ahmed Dede’ye “Hani benim boynuzum Ahmed Dede?” diye takılanları tepeden tırnağa süzdükten sonra kişiliğine göre bir boynuz çıkararak “Aha senin boynuzun!” dermiş.
Düğümlü Baba, Amasralı olup asıl adı Mustafa’dır. İbrahim Paşa Camii’nde imamlık yapmış, Nakşibendiyye yolunda hilâfet aldıktan sonra hacca gitmiş, geldikten sonra kendisine cezbe hâli gelmiştir. Eline geçen ipleri düğümleyip elbisesine ve sarığına hatta asasına bağlar böyle gezermiş. Bu nedenle kendisine Düğümlü Baba denmiş. Kabri Sultan I. Ahmed Türbesi yanındaki küçük bahçededir.
Osman Çelebi Aksaray Karakolu bitişiğindeki kaldırımda başı çıplak ve üzerinde bir abayla elli yıldan fazla oturdu.
Eyüp Sultan civarında yaşayan Çöp Atlamaz Baba nerede bir çöp görse onu oradan alır, ait olduğu yere koyarmış. 1800’lerde yaşayan Âtıf Efendi bir gün Eyüp Sultan’dan Karagümrük semtine gitmek üzere iskelede kayığa binerken Çöp Atlamaz Baba, Âtıf Efendi’nin bindiği kayığın baş kısmına ayağıyla üç kez basarak: “Hâlimi sana verdim! Hâlimi sana verdim! Hâlimi sana verdim!” demiş ve çekmiş gitmiş. Âtıf Efendi, Balat iskelesinde karaya ayak basar basmaz, önüne gelen çöpleri atlayıp geçememiş. İşte ondan sonra Âtıf Efendi de önüne gelen çöpleri toplamak durumunda kalmış.
Durmuş Dede Akkirman’dan gelerek Rûmelihisarı’ndaki tekkeye yerleşmiş ve kerâmetleri ile ün salarak o tarihden itibaren tekkenin kendi adıyla anılmasına sebep olmuştur. Durmuş Dede özellikle Karadeniz’e doğru sefere çıkan gemiciler tarafından ziyâret edilirdi. Bu kişiler, dergâha zahire ya da Durmuş Dede’ye sadaka verip kendisinin iznini ve hayır duasını alarak yola çıkarlardı. Aksi takdirde bu gemicilerin yolculuklarının başarısızlık hatta felâketle noktalandığı rivayet edilmektedir.
Hasan Dede Fatih Camii’nin Boyacılarkapısı içinde otururdu. Göklere baş çekmiş kat kat, tabaka tabaka kulübeler yaptırırdı. Ancak içinde oturma asla mümkün değil idi. O derece yüksek idi ki Fatih minaresi boyunda olup marangozlar da tepesine bir çivi çakmaya cesaret edemezlerdi. Çeşit çeşit kerametleri görülmüştü…Hasan Dede’nin kabri Fatih Camii’nin Boyacıkapısı hazîresindedir.
Horoz Mehmed Dede, Sultân II. Mehmed Hân ve ordusu ile Konstantiniyye şehrine gelirken, her saat başı horoz gibi çırpınarak öter ve “Kalkın…Ey gâfiller!..” dermiş. Bu nedenle askerler kendisine Horoz Baba demişler. İstanbul’un en eski meczuplarındandır. Hoca Ahmed Yesevî’nin mürîdlerinden olup, Hacı Bektaş-ı Velî ile birlikte Horasan’dan gelip, Sultan II. Mehmed ile birlikte Konstantiniyye’nin fethinde bulunmuş ni’me’l-ceyş’dendir (mutlu asker). Kabri, Unkapanı Yavuz Er Sinan Camii hazîresindedir.
Kapânî Deli Sefer Dede, Unkapanı’nda Ekmekçi Ali Çelebi’nin fırını, çok şiddetli yandığı zamanlarda; içine girer ve rahat bir uyku çekermiş. Bir gün oradan çıkıp binlerce kişi ile vedalaşarak Unkapanı’ndan kendisini denize bırakıp kayıplara karışmış. Sefer Dede yedi yıldan sonra Cezayir’den Kara Hoca ve Ali Peçenoğlu kalyonları ile İstanbul’a gelerek Unkapanı’na yerleşmiş. Deli Sefer Dede’nin kabri Unkapanı’nda olup kayıptır. Bugün kayıp olan kabrinin Unkapanı, Atatürk Köprüsünün köşesinde, Yavûz Er Sinân Câmii karşısındaki çeşmenin yanında olduğu rivayet edilmektedir.
![]() |
Köpekçi Hasan Baba |
Köpekçi Hasan Baba,, Köpekler Babası (Ebû’l-Kilâb) olarak tanınırmış. Yanına en az 5-6 sokak köpeği alır ve öyle gezermiş. Hasan Baba bu köpeklere dilediği gibi hükmedermiş. Hangisini isterse yanına çağırır, köpekler de Hasan Baba’nın emirlerine uyarlarmış. Hasan Baba, o tarihlerde İstanbul’da 12 meczubun reisi imiş. Bunlar arasında en tanınmışları; Şekerci Ahmed Baba, Saka Baba ve Eskici Süleyman Baba imişler. Hasan Baba 1897 senesinde vefat etmiş olup kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.
16. yüzyılın divanelerinden olan Taşçı Delisi, Edirnekapı dışında bulunan Mezarcılar Tekkesi'nin önünde 40 yıldan fazla çivilerin üzerinde uyudu.
Tabutların ardından "Yuh" diye bağıran meczup "Yuh Baba" olarak tanınırdı.
Asıl adı Mehmed Memi olup kaynaklarda “Nalînî Memi Dede”, “Nalıncı Memi Dede”, “Yatağan Dede”, “Yatan Dede” gibi isimlerle anılmaktadır. Rivayete göre aslen Bergamalıdır. Geçimini Unkapanı’ndaki (bugün mevcut olmayan) Azepler Camii karşısındaki dükkânda nalıncılık yaparak temin ederdi. Bu sebeple kendisine “Nalıncı Dede” denilmiştir. İstanbul’un eski ve tanınmış meczuplarındandır. 1592 senesinde vefat etmiştir. Türbesi, Unkapanı, Kadir Has Üniversitesi’nin (eski Tekel Sigara Fabrikası) arka tarafındadır.
Nalıncı Sâlih Dede, Eyüp Sultan’da ikâmet eder, gece gündüz devamlı elinde bir fenerle gezermiş. Gür kara sakallı, oldukça iri burunlu, çatık ve gür kara kaşlı bir meczup imiş. Yaz kış her daim nalınla dolaşırmış. Başına bazen tepesi püsküllü uzun bir Mevlevî sikkesi takarmış.
![]() |
Pazarola Hasan Bey |
Sümüklü Dede Divâne
Meşhur seyyah Evliya Çelebi’nin görüp tanıdığı meczuplardan biri olan Sümüklü Dede, vaktiyle Fâtih’te Etmeydanı’nda yaşarmış. Bu civarda kimin üstüne sümkürürse, sümkürdüğü kişinin işi düz gidermiş. Kimin üstünde tükürürse, onunki de ters gidermiş.
Keçeli Dede
Evliyâ Çelebi bu zât hakkında şu bilgileri vermektedir: “…Giysüdâr Mehmed Efendi halifelerindendir. Mevlevî külâhı, bol yenli kebe cübbe ve ayağına nalın giyip elinde nakışlı keçesi ile gelenleri dolaşır, keçesine altın ve kuruş doldururdu. Sonra kırk elli yetim toplar, onlara temiz elbiseler giydirerek çalgıcılar ve hây-hû ile bu masumları sünnet ettirirdi. Daha sonra birer ustaya, hocaya yahut bir vezire ve seçkine hizmete verirdi. Böyle güzel halli bir derviş adam idi. Bağdad fethi haberi geldiği gün Ramazan’da vefat edip Necâtî Bey Mezarlığı’nda toprağa verildi…”
Uşum Dede
Evliyâ Çelebi şunları nakletmektedir: “…Saraçhanebaşı’nda idi. Daima sessiz sakin gezip ara yolda yuvarlanan taşları kaldırıp caddeyi temizler idi…”
Bülbül Divânesi
Evliyâ Çelebi’nin verdiği malûmata göre, yaz ve kış bir kafes ile bülbül gezdirirmiş. Her bülbül bahar günlerinde öterken bunun bülbülü kış vaktinde ötermiş.
Tabak Divânesi
Bütün günlerde çıplak gezerdi. İstanbul’un şiddetli kışında Okmeydanı’nda kar içinde yatar, kırmızı yanakları terlerdi. İki elleri omuzlarında şallak mallak gezerdi…”
O zamanın meczuplarına baktığınızda bir çoğunun keramet ehli olduğunu evliyalara karıştığını görebiliyoruz. Bu dünyaya önem vermediklerini tavırlarıyla göstermişler. Pejmürde kıyafetlerin altında "minnetsiz" yaşamışlar.
Ya günümüzdeki meczuplar?
Akli dengesi yerinde olmayan, psikolojik tedavi gören insanları ne yazık ki bazı karanlık eller kullanıyor. Kulaklarına bir takım şeyler fısıldayıp, eline silah veriyorlar. Onlar da şuursuz cinayet işliyor...
Mesela, en son meczup denilen İstanbul Bakırköy’de bulunan tarihi Dzınunt Surp Asdvadzadzni Kilisesi’nin dış kapısı, M. K. adlı bir deli tarafından “koronavirüsü bunlar başımıza bela etti” denilerek yakmaya çalışmıştı, resmi açıklamalarda meczup ifadesi kullanılmıştı ki bu türlerin yazımızdakilerle ilgisi yoktur.
Biz yazımızda İstanbul'dakilerden söz ettik. Tabii ki, her şehirde meczuplar vardır. Dikkat etmek gerekir.
Erol Kara, Dinierk İçin Araştırdı
Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız