1930’lu yıllardan itibaren müze olan ve günümüze kadar o şekilde devam eden tarihi yapı Hristiyanlık ve İslam dini açısından büyük öneme sahip, İstanbul'un orta yerinde olağanüstü güzellikte, birbirinden zarif dört minaresi ve görkemli yapısıyla İstanbul Fethini hatırlatan Ayasofya Ulu camine dikkatli gözlerle bakanlar dört farklı minare görmekteler. Birbirinden farklı şekil ve boyutta üç beyaz minare dışında olan ve en fazla dikkat çeken de kırımızı renkli olan minareyi görenler bunun sebebini merak ediyor.
IV. Haçlı Seferi (1204-1261) sırasında Lâtin işgaline uğrayan Bizans İmparatorluğu topraklarında bulunan Ayasofya çok büyük zarar görmüş, harap olmuştur. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u aldıktan sonra yapıyı camiyi çevirmiştir. Osmanlılarda gelenek gereği fethedilen yerin en büyük yapısı camiye çevrilirdi, ilk cuma namazı kılınırdı. Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethettikten sonra en büyük yapı olan Ayasofya Kilisesini camiye çevirmiş ve ilk cuma namazını burada kıldırmıştır. Osmanlı'nın eline geçmesiyle Ayasofya bakıma alınmış ve daha sonraki yıllarda Mimar Sinan'ın payandalarıyla bugüne kadar ayakta kalması sağlanmıştır.
İç dizaynı camiye uygun olarak çevrilen Ayasofya'nın dışına da hızlıca ahşaptan minare yapılır. Bir rivayete göre, çok şehit kanı verilen fetih sırasında caminin de, fethin bir sembolü olarak belirlenmesi amacıyla bir süre sonra bu ahşap minare yıktırılır ve 1474'de Fatih Sultan Mehmet Han tarafından kırmızı tuğlalardan minare yaptırılır.
Sonraki padişah dönemlerine kalan diğer üç minareden yivli olan Sultan İkinci Bayezid devrinde, bir birine benzeyen iki minare ise Mimar Sinan’ın mimarlığında Sultan İkinci Selim ve Sultan Üçüncü Murad devirlerinde inşa edilmiştir.
Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız